14 Temmuz 2011 Perşembe

Küba’nın dünyaca ünlü kokteylleri

Ernest Hemingway’in dünyanın önemli barlarının neredeyse hepsine uğradığı, romanlarının bazılarının hiç değilse kısmen buralarda yazıldığı bilinen bir gerçektir. İstanbul’daki Pera Palas veya Nairobi’deki Norfolk, Cape Town’daki Mount Nelson otellerinin barları olsun, büyük üstadın buralarda içkisini yudumladığını, önündeki defterine yazılarını karaladığını iddia ederler. Paris’teki ünlü Ritz oteli daha da ileri giderek İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda Ritz otelini Almanlar”dan kurtaran Amerikalı askerlerin arasında elinde piyade tüfeği ile Ernest Hemingway’in de bulunduğunu iddia eder. Otelin barının adı Hemingway Bar (muhteşem Martini’leri var) olarak kalmıştır ve giderseniz hâlâ duvarda üstadın tüfeğini, masalardan birisinin kenarında ise daktilosunu görebilirsiniz. Ama merak etmeyin, bu sıcak yaz günü kafanızı Ernest Hemingway hikayeleri ile ağrıtmayacağım. Konuya onunla girmem üstadın özellikle Küba’da yaşadığı yıllarda tropikal kokteyllere merak salmış olmasındandır. Öylesine ki Havana’daki yıllarında aynı restoranda yemek seçer gibi hangi kokteyli hangi barda içeceğini bile seçermiş. Havana’nın en ünlü barlarının başında gelen El Floridita ve La Bodeguita’dan daha mütevazı olan ikincisinde Hemingway’in kendi el yazısı olduğu iddia edilen “La Bodeguita’da Mojito’m, El Floridita’da Daiquiri’m” yazısı hâlâ asılıdır. Görüldüğü gibi İstanbul barlarında son 10 yıldır “moda” olan Mojito da, aynı hâlâ bizim barmenlerimizin yapmayı pek tercih etmedikleri Daiquiri (muz veya çileklisi yaz aylarında harika olur) gibi sandığımızdan çok daha eski bir kokteyldir.

Ernest Hemingway’in Küba’da yaşadığı 50’li yıllar Batista’nın daha Fidel Castro tarafından devrilmediği yıllardı. Havana’ya akın akın gelen Amerikalılar Küba’yı bir müzik ve yeme içme cenneti haline getirmişlerdi. İçmek denilince de akla ilk gelen tropikal kokteyller oluyordu. O yıllardaki Havana barlarında romla yapılan en az 100 kokteyli ezbere yapamayanları “cantinero”, yani barmen saymazlardı. Yaz aylarında yudumlamayı pek sevdiğim Mojito ile Daiquiri’yi, hatta romlu kokteyllerin en güzeli Planter’s Punch’ı yıllardır çok yazdım. Onun için bu hafta size birisi çok kolay, diğeri ise biraz daha çok malzemeli iki tropikal kokteyl önereceğim. Cuba Libre ve Painkiller.

En iyi Painkiller Münih’te yapılıyor

Rivayet o ki Küba bağımsızlığını kazanırken Havana’daki bir Amerikalı içinde rom ve Coco Cola’lı bir karışım bulunan kadehini “Cuba libre”, yani “Küba serbest, özgür” diye bağırarak kaldırıyormuş. Gerçi bu hikaye olayın olduğu 1890’lı yıllarda Havana’da Coca Cola bulunmayışı gibi bir detaya takılıyor, ama kimin umrunda ki, üçte bir beyaz Havana Club veya Bacardi ile üçte iki Coca Cola’nın içinde bir limon dilimi bulunan buzlarla dolu bir bardakta buluştukları Cuba Libre o gün bu gün dünyanın en sevilerek içilen kokteyllerinin arasında yer alıyor. Zaten kokteyllerin her birinin farklı yaratılış hikayeleri vardır ama adı üstünde ‘hikaye’ oldukları için inanıp inanmanmak da size kalmıştır.

Painkiller’e gelince, o da gene Karayiplerde, İngiltere’ye bağlı Virgin Adaları’nda Soggy Dollar adında bir barda 1970’li yıllarda yaratılmış. Painkiller’in içinde Karayipler denilince aklınıza gelen her şey var diyebilirim. İki ölçek siyah rom (orijinali Pusser’s ile yapılıyorsa da Captain Morgan veya Bacardi Black olabilir), dört ölçek ananas suyu, bir ölçek “cream of coconut” (hindistan cevizi sütü, marketlerde bulunabiliyor) ve bir ölçek portakal suyu (taze sıkılmış her zaman daha iyi netice veriyor) bol buz ile bir shaker’de çalkalandıktan sonra buzlu bir bardağa konuluyor ve üstüne de çok ince rendelenmiş muskat serpiştiriliyor. Painkiller’inizin sertliğini içine koyduğunuz romun ölçeği ile oynayarak ayarlayabilir, bardağınızın kenarını da tabii ki bir ananas dilimi ve bulabilirseniz küçük bir kağıt şemsiye ile süsleyebilirsiniz.

Yazımızın sonunda gene Avrupa’ya dönecek olursak, Karayipler dışında en iyi Painkiller’i içebileceğiniz yer Münih’te, ünlü Hofbräuhaus birahanesinin karşı sokağındaki Pusser’s Bar. Painkiller’i İngiliz donanmasında denizcilere 1970’li yıllara kadar kumanya ile verilen romu içtikleri geleneksel metal fincanlarda servis ediyorlar.

Teoman Hünal

Kaynak: Vatan Gazetesi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder